TRANSLATE

English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified

++Sitene Ekle

HÜRRİYET

31 Mayıs 2012 Perşembe

Barkod Ne İşe Yarar?

Bu günlerde çarşı pazardan aldığınız her şeyin üzerinde bir etiket var. Bu etikette kalınlıkları farklı dikey çizgiler ve bazı numaralar bulunuyor. Kasiyerler bu malın etiketli tarafını bir camın üzerinden geçiriyor veya etikete bir ışık tutarak, fiyatlarını otomatik olarak yazar kasalarına geçiriyorlar. 
Barkodlar önceleri marketler için, işlemlerini hızlandırmaları ve stoklarını daha iyi kontrol edebilmeleri için hazırlanmıştı. Ancak sistem o kadar başarılı oldu ki, süratle her tiptesatılan eşyaya konulmaya başlanıldı. 
Şimdi, süpermarketten aldığınız ve üzerinde barkd olan herhangi bir malı elinize alın ve bu bir tip etikete bakarak anlatacaklarımızı dinleyin. 
Gördüğünüz gibi, bir barkodda iki kısım vardır. 
1) Makinenin opkuduğu dikey çizgiler kısmı; 
2) İnsnların okuyabildiği 12 adet rakam. 
İlk altı rakam eşyanın tanmım numarası olup, üreticiler yılık bir ücret karşılığında, bu kodlaeı veren uluslararası bir konseyden kendi ürünlerine tahsis ettirebilirler. 
İkinci gruptaki ilk beş raklam malzeme numarasıdır. Aynı kod birden fazla çeşitteki ürün için kullanılmaz. Yani üreticinin sattığı her değişik üründe, her değişik paketlemede, hatta paketlerin koli olarak tekrar paketlenmelerinde hep değişik malzeme numarası verilir. Böylece markette ne kadar mal satıldığı, depoda ne kadar kaldığı, hep kontrol altında tutulur. 
Örneğin, teneke kola ile şişe kolanın kod numaraları farklıdır. Hatta kutu kolanın bir kolide 6'lık, 12'lik veya 24 adet bulunması durumunda bile farklı kod verilir. 
Sağdaki en son rakam ise kontrol numarasıdır. Bu numara bütün taranan dikey çizgilerle hafızaya alınan bilgilerin, bir çeşit sağlamasını yapar. 
Görüldüğü gibi, barkodun üzerinde, malın fiyatı ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Kasiyer barkodu taradığında sinyal sistem içinde bir merkeze gider, buradaki bilgisayar barkod numaralarına göre girilmiş ve her zaman değiştirilebilir fiyat bilgisini derhal kasaya gönderir. Bu merkez mağazadaki malların fiyatlarını her zaman değiştirebilme imkanı sağlar. 
Çeşitli kalınlıktaki dikey, kalın ve ince çizgiler ile aralarındaki boşluklar, çeşitli kombinasynlarda dizilerek, her biri, bir rakamı temsil eder yani altlarındaki rakamın bilgisyar tarafından okunmasını sağlarlar.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Yalan Makinesi Nasıl Çalışır?

Televizyondan veya gazetelerden, bizde pek olmasa da ABD'de polis sorgulamalarında gerektiğinde bir sanığın yalan makinesine bağlanarak, doğruyu söyleyip söylemediğinin kontrol edildiğini görmüş veya okumuşsunuzdur. Hatta ABD'de FBI veya CIA gibi çok önemli devlet görevlerine alınmaya aday memurlara da bu test uygulanmaktadır. 
"Polygraph" denilen bir alet ile sanığa 4 - 6 adet sensör bağlanır. Bu sensörlerden gelen çeşitli sinyaller, dönmekte olan bir kağıdın üzerine grafik olarak kaydedilir. Bu sensörlerle sanığın, 
· Nefes alış hızı. 
· Nabzı. 
· Kan basıncı (tansiyonu). 
· Terleme miktarı. 
kayda alınır. Bazı yalan makinelerinde kol ve bacak hareketleri de kaydedilir. 
Yaln makinesi testi başlasığında, sanığa önce 3 veya 4 basit soru sorulur. Bu şekilde sanığın verdiği sinyallerin düzeni öğrenilir. Daha sonra gerçek sorular sorulamya başlanılır ve sinyaller kayda alınmaya devam edilir. 
Test sürsince ve sonrasında bir uzman grafikleri sürekli kontrol altında tutarak, hangi sorularda sinyallerin değiştiğini tespit eder. Kalp atışının hızının artması, tansiyonun yükselmesi ve terleme genellikle yalan söylemenin belirtileridir. İyi eğitilmiş bir uzman grafiklere bakınca nerede yalan söylediğini derhal anlayabilir. 
Her şeye rağmen, insnların soruları yorumlamaları ve tepkileri farklı olduğundan, yalan farklı davranabildiklerinden, bu test mükemmele ulaşmış değildir, bazen yanıltıcı olabilir ve kesin delil kabul edilmez.

29 Mayıs 2012 Salı

Yemekten Sonra Yirmi Dakika İçinde Yapmamanız Gereken Şey Nedir?

Anne babalarınız buna YÜZME yanıtını verirdi. Fakat normal bir yemekten sonra yüzmenin riskli olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur.
Yüzme havuzları başka yerlerden daha tehlikeli değildir; resmi istatistiklere göre külotlu çorap çıkarırken, sebze keserken, köpeğinizi gezmeğe çıkardığınızda ya da çit budarken kendinizi incitme riskiniz daha yüksektir.
Aman pamuklu çubuklardan, mukavva kutulardan, sebzelerden, aromaterapi malzemelerinden ve banyo liflerinden uzak durun. Tüm bu saydıklarım giderek tehlikeli hale geliyor.


Yaygın öğüdün altında yatan düşünce 
Yemekten sonra yüzmemek gerektiğine dair yaygın öğüdün (günümüzde havuzlarda bile bu uyarı yazılıyor) altında yatan düşünce şudur: Yediğiniz yemeği sindirebilmek için kaslardaki kanın mideye hücum edeceği ve bu yüzden diğer organların kansız kalarak felç eden kramplara neden olacağı (daha bilinçsiz versiyonuysa midenizdeki yemeğin ağırlığının' sizi batıracağıdır.)
Çok fazla yemek yedikten sonra bile denize girseniz bunun en muhtemel sonucu yan tarafınızda bir sızı ya da deniz tutması olacaktır. Yemek ve su birlikteliğinde özünde hiçbir tehlike yoktur.
Su içmemek nedeniyle su kaybına uğramak ya da oruçtan kaynaklanan halsizlik daha büyük bir risktir.
Diğer yandan, Kraliyet Kazaları Önleme Derneği (RoSPA), teorik olarak en azından kusma riski olduğunu ve suda kusmanın karada kusmaktan daha tehlikeli olduğunu iddia ederek bu "genel kanı"yı savunmaktadır.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kulaklarımız Neden Çınlar?

Bazen otururken, televizyon izlerken ya da bir işle uğraşırken birden kulağımız çınlar ve yaygın inanışa göre birinin bizim hakkımızda konuştuğunu düşünürüz. Bi süre sonra da bu çınlama geçer. Peki,bizi birinin andığını düşünmemize sebep olan bu çınlama olayı neden olur? Kulak çınlaması genellikle yüksek tansiyona bağlı olur. Ancak beyin içi basıncı arttıran tümör veya kafa travmaları da kulak çınlamasına sebep olabilir. İç kulaktaki sıvının basıncındaki değişiklikler de kulak çınlaması sebebidir. Ayrıca kulak çınlaması tek taraflı olduğu gibi,her iki kulağı da etkileyebilir. Bu durumda kulak çınlaması aslında bir hastalığın habercisi de olabilir.

27 Mayıs 2012 Pazar

Beynimizin Ne Kadarını Kullanırız?

Yüzde yüzünü. Ya da yüzde üçünü. Genelde beynimizin yüzde 10'unu kullandığımız söylenir. Bu genelde geri kalan yüzde 90'ı da kullanabilsek ne olacağı tartışmasına neden olur.
Aslında insan beyninin tamamı zaman zaman da olsa kullanılır. Diğer yandan New York Üniversitesi Sinirsel Bilimler Merkezi'nden Peter Lennie'nin yakın zamanlarda yazdığı bir makale, beynin ideal olarak nöronların yüzde üçünden fazlasını aynı anda çalıştırmaması gerektiğini, aksi halde kullanılan her bir nöronu düzeltmek için, beynin karşılayabileceğinden çok daha büyük bir enerjiye ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir.
Merkezi sinir sistemi beyin ve omurilikten oluşur ve iki tür hücreden meydana gelir: Nöronlar ve glia hücreleri.
Nöronlar temel bilgi işleyicileridir, aralarında veri alışverişi yaparlar. Veriler dal benzeri dendritler aracılığıyla alınır ve kablo benzeri aksonlarla verilir.
Her bir nöronda 10.000'e kadar dendrit olabilir fakat sadece bir akson vardır. Akson, küçük bir nöron hücresinden binlerce kat daha uzun olabilir. Zürafalarda bulunan en uzun akson hücresi 4,5 metre uzunluğundadır.
Sinapslar, akson ve dendritler arasındaki elektrik itkisinin kimyasal sinyallere çevrildiği geçiş yerleridir. Sinapslar elektrik düğmeleri gibidir, bir nöronu diğerine bağlayarak beyni bir iletişim ağına dönüştürürler.
Glia hücreleri beynin yapısal çerçevesini oluşturur, nöronlan idare ederek temizlik işlevi görür ve nöronlar öldükten sonra kalıntıları temizler. Beyinde nöronların elli katı kadar glia vardır.
Tek bir insan beyninde yaklaşık:
5 000 000 km akson,
1.000.000.000.000.000 (bir katrilyon) sinaps
200 milyar kadar nöron vardır.
Eğer nöronlar dışarıda yan yana yayılsalar 25.000 m², yani bir futbol sahasının dört katını kaplarlar.
Beyin içinde bilgi alışverişi yollarının sayısı dünyadaki atom sayısından daha fazladır. Bu muazzam potansiyelle, beynimizin kaçta kaçını kullanırsak kullanalım hepimiz tabii biraz daha iyisini yapabiliriz.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Yeraltı Suları Neden Ve Nasıl Bize Berrak Geliyor?

Sulardaki bulanıklığın nedeni su içinde asılı olarak duran, batmayan maddeler. Bunları hem canlı hem de cansız maddeler oluşturur. Mikroskopik canlılardan planktonların sayı olarak fazlalığı ve akarsu girişlerinin olduğu yerler, göl ve denizlerdeki bulanıklığın nedeni. Akarsularda zaten toprağı sıyırarak gittiğinden bulanık olur. Yeraltı suları, yüzey sularının toprağın içinden süzülerek geçirimsiz bir tabakada birikmesiyle oluşur. Su topraktan süzülürken içindeki bulanıklığa neden olabilecek tüm maddelerden de arınır. Bunun yanında yeraltı sularının olduğu yere güneş ışığı da gelmediğinden plankton gibi hayvanlar da yaşamaz. Tüm bunlar yeraltı sularının berrak olmasının nedenidir.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Ay Neden Yuvarlaktır ?


Yeterince buyuk gokcisimleri (ki Ay bunlara dahil, tozlardan baslayip giderek buyuyen cisimlerin (Ornegin, buz, moloz, kaya, asteroid, kucuk uydular vb) çarpışıp birleşmeleriyle oluşurlar ve kütleçekiminin her yönde etki yapmasıyla küre biçimini alırlar. Ay da, milyarlarca yıl önce Mars kütlesinde bir gökcisminin Dünyamıza çarpmasıyla uzaya saçılan buharlaşmış kaya, toz ve molozların zaman içinde kütleçekim etkileriyle toplanmsıyla oluştuğundan, küre biçimli.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ata Neden Soldan Binilir?

Asırlar önce, daha çok sağ ellerini kullanan insanlar, kılıçlarını kolay çekebilmeleri için, kılıçlarını kınlarında, sol taraflarında taşıyorlardı. Ata binerken, sol dizin altına kadar inen bu uzun kılıçla ata sağdan binmek, yani sağ ayağı üzengiye koyup, sol ayağı atın üzerine atarak binmek kılıç nedeni ile zor oluyordu. Soldan, sol ayağı üzengi üzerine koyup, sağ ayağı atın üzerine atarak binince kılıç sorun yaratmıyordu. Özellikle savaşa giden ordularda disiplin nedeni ile bir örnek hareket edilmesi gerektiğinden, solaklar da ata soldan binmek zorunda kalıyorlardı. Artık biniciler kılıç taşımıyorlarsa da, ata soldan binmek günümüze kadar uzanan bir gelenek haline geldi.

22 Mayıs 2012 Salı

Ay'la İlgili 10 Komplo Teorisi


Ay'la ilgili 10 komplo teorisi 40 yıl önce başlayan Ay seferinin aldatmaca olduğuna inanan komplo teorisyenlerinin öne sürdüğü en yaygın 10 neden...
1- Astronotlar Amerikan bayrağını diktiklerinde bayrak dalgalanıyor. Ay’da rüzgar yok. 
2- Apollo astronotları tarafından Ay’ın yüzeyinden çekilen fotoğraflarda yıldızlar görünmüyor.
3- Fotoğraflarda Ay’a inen modülün yaratması gereken krater görünmüyor. 
4- İniş modülünün ağırlığı 17 tondu ve kum üzerinde hiçbir iz bırakmadan duruyordu. Halbuki hemen yanıbaşında astronotların kumdaki ayak izlerini görmek mümkündü.
5- Nem ve güçlü yer çekiminin bulunmadığı Ay’ın yüzeyindeki ince kumdaki ayak izleri beklenmedik bir şekilde iyi çıkmış. Adeta ıslak kumda yapılmış gibi duruyor.
6- İniş modülü Ay’ın yüzeyinden ayrıldıktan sonra roketten çıkması gereken alev görünmüyor.
7- Filmi hızlı oynattığınızda Ay’ın yüzeyinde yürüyen astronotların aslında yeryüzünde yürüdüklerini ve filmin daha sonrra yavaşlatılmış gibi olduğu görülüyor.
8- Van Allen radyasyon kuşağından çıkan radyasyona maruz kalan astronotların ölmüş olması gerekirdi. 
9- Ay’dan getirilen kaya parçaları Antarktika’ya yapılan bilimsel keşif gezilerinden toplanan kaya parçaları ile aynı.
10- Ay’a yapılan altı iniş de Nixon yönetimi sırasında oldu. Aradan geçen 40 yıl içersinde kaydedilen hızlı teknolojik gelişmelere karşın başka hiçbir ulusal lider Ay’a astronot indirdiğini iddia etmedi.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Bulutlar Nasıl Oluşuyor?

Tepenizde gördüğünüz orta büyüklükte, yaklaşık 1 kilometre çapındaki bir bulutun hacmi 4 milyar metreküptür ve içinde 1-5 milyon kilogram su vardır. Peki nasıl oluyor da bu kadar su başımıza kovadan dökülür gibi dökülmüyor, bu kadar tonlarca ağırlık havada durabiliyor? Gerçekten bulutlar gökyüzünün inanılmaz ve harika süsleridir.
Hiçbir bulut diğeri ile şekil ve hacim olarak aynı değildir. Çünkü oluşumlarına etki eden hava akımları, sıcaklık, basınç, havadaki toz miktarı v.b. gibi o kadar çok etken vardır ki, çok değişken olan atmosferde iki yerde bütün bu şartları eşit olarak sağlamak mümkün değildir.
Isınan yeryüzünden buharlaşan su, havadan hafif minik su buharları şeklinde doğruca gökyüzüne yükselir. Belirli bir yükseklikte basınç azaldığı, hava da soğuduğu için minik su damlacıkları haline geçerler ve bulutları oluştururlar. Başlangıçta bu damlalar o kadar küçüktür ki, çapları birkaç mikrometredir. (İnsan saçı 100 mikrometredir.) Ortalama bir yağmur damlasının oluşabilmesi için bunlardan milyonlarcasının birleşmesi gerekir.
Bulutların bu kadar ağarlığa rağmen gökyüzünde asılı kalabilmelerinin sebebi bu damlacıkların çok küçük olmalarıdır. Her ne kadar bir kilometre çapındaki bir bulutta en azından 1000 ton su varsa da bu hacimdeki hava 1 milyon tondur, yani bin kez daha ağırdır. Bu nedenle de bulutlar içerlerindeki yağmur taneleri iyice oluşup, ağırlaşıp yere düşene kadar tepemizde gezinip dururlar. Aslında yağmur yağarken yağmur damlası oluşma işlemi devam ettiğinden bulut içindeki suyu boşaltıp bir anda kaybolmaz.
Bulutun oluşumunda başlangıçta oluşan su damlacıkları o kadar küçüktür ki, üzerlerine gelen ışıkları doğrudan yansıtırlar ve bu tip bulutlar pamuk gibi beyaz görünürler. Su damlacıkları birleşip büyüdükçe, yani kalınlaştıkça ışığı daha az yansıtırlar, bu nedenle de yağmur bulutları daha koyu, gri hatta siyaha yakın renkte görünür. Gittikçe büyüyerek ağırlaşan bu damlalar bulutun altında toplandığından, bu tip bulutların tabanları üst taraflarına nazaran daha koyu renktedirler.
Havadaki sıcaklık yatay olarak genellikle aynıdır. Bu nedenle havanın içine suyu alabileceği yükseklik yatay olarak hemen hemen aynı olduğundan bulutların altları daha düzdür. Bulutun ortası ile üst kenarı arasındaki ısı farklı olduğu ve üst tarafında su damlası oluşumu devam ettiği için üst taraflar kıvrımlıdır.
Bulutlar şekillerine ve yüksekliklerine göre sınıflandırılırlar. Genelde üç ana grupta toplanırlar. Bu sınıflandırmaya göre, ince, tutam tutam, ufak bulutlara 'sirüs', kümeler halinde olanlara 'kümülüs', ufukta tabaka halinde görünenlere de 'stratus' deniliyor. Ayrıca iki tane de yükseklik kategorisi var. Bulutun tabanı yerden 2 bin-6 bin metre yükseklikte ise ön ismi 'alto', 6 bin metreden daha yükseklikte ise de 'sirro' oluyor. Yağmur bulutlarına da diğerlerinden ayırmak için 'nimbo, nimbüs' gibi isimler ekleniyor.

20 Mayıs 2012 Pazar

Doktorlar Niçin Dizimize Çekiçle Vuruyorlar?

Canlılarda yaşama savaşı her zaman en hızlı tepkileri olan türlerin yararına sonuçlandığından, en basit organizmalarda bile haber alma organları (duyu organları), hareket organları (kaslar) ve bunlar arasındaki ilişkiyi sağlayan organlar, yani sinir sistemi gelişmiştir. 
Vücudumuzun her yanı sinirlerle örtülü olduğu halde sinir hücrelerinin gövdeleri yalnızca beyinde ve omurilikte bulunur. Bütün vücuda dağılmış milyonlarca sinire karşılık beyinden ve omurilikten yalnızca 43 çift sinir çıkar. Bunlar merkezden ayrıldıkları sonra gitgide dallanarak vücudun her yanına dağılırlar. 
Refleks bir uyarıya vücudun ani ve otomatik olarak cevap vermesidir. Örneğin elimiz sıcak bir tencereye değdiğinde aniden çekmemiz bir reflekstir. Reflekslerde komuta omuriliktedir. Beyne bilgi gidebilir ama refleks olayında beyin aktif olarak rol oynamaz. 
Bir sandalyeye rahatça oturup bacak bacak üstüne atarken doktor dizkapağının hemen altına, kası kemiğe bağlayan tendona minik lastik bir çekiçle sertçe vurursa bacağınız ileri doğru fırlar. Bu reflekste de baldır kaslarındaki duyu sinirleri kasın genişlemesine tepki gösterirler ve yeni sinir sinyalleri oluşturarak kaslara hafif bir basınç uygulandığını ve gerildiklerini omuriliğe iletirler. 
Omurilik ise bu basınca dayanabilmesi için kasların kasılması gerektiğini bildirir ve bacak tekrar geri hareket eder. Görüldüğü gibi refleks, beynin denetiminden geçmeksizin, yani beyin devrede olmadan, doğrudan omuriliğin komutlarıyla gerçekleşmiştir. 
Diz kapağı refleksinin sınanması özellikle omuriliğin işleyişi konusunda bilgi veren önemli bir tanı yöntemidir. Bu alanda uzmanlaşmış bir doktor basit bir kaç testle sinir sisteminin işleyişine ve ne kadar sağlıklı olduğuna ilişkin pek çok bilgi edinebilir. Çekiçle vurulduğunda bacağın normalden fazla hareket etmesi tümörden kalsiyum eksikliğine kadar bir çok hastalığın habercisi olabilir. 
Dize çekiçle vurularak yapılan kontrol tek başına tabii ki yeterli bilgi vermez. Doktorlar bir ön bilgi almak için bu çabuk ve kolay testi yaptıktan sonra vücut üzerinde diğer muayene ve kontrollerine devam ederler.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Yeryüzünde En Merak Edilen 20 Soru Nedir?


Michelangelo, Jean Genet, Bill Clinton, Barack Obama, Greta Garbo ve Nicole Kidman'ın ortak yönü solaklıkları ama bu özellik bir zeka göstergesi değil. 
Solaklar daha mı zeki?
Şimdiye kadarki bilimsel araştırmalar bunu göstermiyor.
Kaşınmak tam olarak ne demek?
Kaşınmak, cildin çok hafifçe uyarılmasıdır.
Neden ateşimiz çıktığında üşürüz?
Kişi terlemediği ya da kan basıncı yükselmediği için üşür.
Neden soğan doğramak ağlatıyor?
Soğan doğrandığında havaya lachrymatoryfactor isimli bir enzim yayılıyor. Göz ise kendini savunmak için gözyaşlarını kullanıyor.
Parmaklar suda kalınca neden buruşuyor?
Su osmos yöntemiyle vücuda emilir. Bu duruma uyum sağlayabilmek için hücreler buruşur.
Arka koltukta neden araba tutuyor?
Arkada oturunca ufuk çizgisi görülmüyor. Araç tutması, iç kulakta hareket algılanırken, gözlerden sabit olduğunuz bilgisinin gelmesi nedeniyle yaşanır.
Deniz havası almak sağlıklı mı?
Sağlıklı olabilir. “Deniz havası” yani denizin neden olduğu güzel koku, sahilde yaşayan bir bakteri sayesinde ortaya çıkar.
Herkes evinde kalsa grip salgını biter mi?
Tek bir kişinin bile dışarı çıkması virüsün yeniden yayılmasına neden olur.
Bitkiler yaşlılık nedeniyle ölür mü?
Bazı bitkiler iyi bakıldığında sonsuza kadar yaşayabiliyor.
Sakız sonsuza dek midede kalır mı?
Hayır. Üç gün içinde vücuttan atılır.
Kendi kendine konuşanlar deli mi?
Hayır. İnsanların yalnız ya da sıkıntılı olduğunda kendi kendilerine konuşması oldukça normal bir durumdur.
Çay içmek gerçekten harareti alır mı?
Evet. Vücut daha çok terler ve bu da ısı kaybına yol açar.
Neden tek yumurta ikizlerinin parmak izleri birbirini tutmuyor?
Tek yumurta ikizleri aynı DNA'ya sahip olsalar da hücre-hücre aynı değildir.
Kuşlar gerçekten ıslanmaz mı?
Kuşlar gagalarında ürettikleri yağı alarak tüylerine sürer. Bu da suyun yağı geçerek tüylere ulaşmasını engeller.
Evrenin en soğuk yeri nerede?
Dünyanın 5 bin ışık yılı uzağında, -272 derece.
Eşekarısı bal yapar mı?
Hayır. Eşekarıları yalnızca çiçek özlerini emer.
Dijital fotoğraflar 100 yıl saklanır mı?
Güneş ışınlarından korunacak şekilde saklanırsa, evet.
Havaya atılan su buz olarak düşer mi?
Eksi 30 derecede havaya atılan su yere buz olarak düşer.
OK (Tamam) neyin kısaltılmasıdır?
“All Correct”in (herşey yolunda) kasıtlı olarak ‘Oll Korreckt' biçiminde yanlış yazılmasından geliyor.
Mikroplara da mikrop bulaşır mı?
Evet, mikroplara da bulaşan daha küçük mikroplar bulunuyor.

18 Mayıs 2012 Cuma

Arılar Niçin Bal Yaparlar?

Tabii ki sadece insanlar yesinler diye değil. Bal arıları eşek arılarından farklı olarak kışı koloni halinde geçirirler. Koloni kış uykusuna yatmaz ama bir salkım gibi kümeleşir. Bu şekilde kış süresince sıcak ve aktif olarak kalabilirler. Bunun için de önceden, yaz aylarında yeterli miktarda bal depo etmeleri gerekir. Ortalama bir kovanın kışlık bal ihtiyacı 9-13 kilogram kadardır. 
Bal arılarının bal yapma kapasiteleri ise uygun yer bulabildiklerinde bundan çok daha fazladır. İşte arıcılığın felsefesinde de bu yatar. Sen arılara imkan sağla, onlar da hem kendileri hem de senin için bal üretsinler. Arılar kendilerine yetebilecek miktardan 2-3 kat fazla bal üretebildiklerinden arıcılar da kovana şekerli şuruplar koyarak onlara bu ortamı hazırlarlar. Arılar da sonradan ellerinden alınan bu ürün fazlasını dert etmezler. 
Arıların balı çiçeklerden topladıkları nektarı ağızlarındaki bir emzimle birleştirip altıgen biçiminde balmumundan yaptıkları hücrelere depoladıklarını biliyoruz. Bu karışımın su oranının yüzde 17'ye kadar düşmesini bekledikten sonra hücrelerin ağızlarını yine bir balmumu tabakası ile kaplarlar. Artık arıcı için mahsul zamanı gelmiştir. Ağzı kapalı hücrelerdeki bal hiç bozulmaz, saklama zamanı süresizdir. 
Arılar böcek dünyasının en gelişmiş sosyal hayatına sahiptirler. İşçi arılar dünyaya geldikten sonra bir ay içinde kovanda bir iki günlük sürelerle temizlik, larvaları besleme, balmumu yapma, yiyecek taşıma, muhafızlık gibi değişik görevler yaparlar. Sonra uçuş başlar, çiçekler ziyaret edilir, nektar, polen ve su toplanır. 
İşçi arılar çalışma mevsiminde 4-8 hafta yaşarlar. Kış mevsiminde ise arkadan gelen gençler olmadığı için ömürleri 5-7 ay sürebilir. İşçi arılar dişi olmalarına rağmen kısırdırlar, yavru yapma yetenekleri yoktur. 
Arılar polenleri, su ile karıştırıp larva halindeki yavruları beslemek için toplarlar. Bir arı kovandan 7 kilometre uzağa gidip, geri dönebilir. Ancak arılar normal olarak kovanlarından ortalama bir kilometre kadar uzaklaşırlar. 
Arılar bu yolculuklarında yollarını güneşin pozisyonuna göre saptarlar. Ayrıca yer kürenin manyetik alanına karşı da hassastırlar. Gözleri polarize ışığa karşı o kadar hassastır ki çok kalın bir bulut tabakasının ardından gelen zayıf bir güneş ışığıyla bile kötü havalarda yollarını bulabilirler. 
Arılar geceleri ortadan yok olurlar ama uyumazlar. Gece boyu hareketsiz kalarak enerjilerini ertesi günkü yoğun işler için biriktirirler. 
Arılar renklerin çoğunu görürler. Işık dağılımında mavi ve ona yakın renkleri daha iyi görürler. Ultraviyole ışınlarına karşı da çok duyarlıdırlar. Ultraviyole ışınlarını çok yansıtan çiçekler onlara daha parlak görünür. Kırmızı rengi hiç ayırt edemezler. 
Bize bu derecede faydalı olan arılar etrafımızda dolaştıklarında veya balkonda kahvaltı sefası yaparken reçel tabağına konduklarında çoğu insan huzursuz olur. Bunun nedeni minik arının sokma tehlikesidir. Halbuki arılar sadece iki durumda canlılara saldırır ve sokarlar: 
l) Kolonilerine bir tehdit olduğunda korumak için; 
2) Korkutuldukları zaman. Bu nedenle arı kovanlarına çok yaklaşmamanız, el kol hareketleri yaparak hızlı hareket etmemeniz önerilir. 
Arılar insanı soktuktan sonra genellikle ölürler, çünkü arı tarafından sokulan insan ani bir hareketle arıyı fırlatınca arının iğnesi ile beraber zehir torbası ve ifrazat bezi de yırtılarak arıdan ayrılır ve soktuğu yerde kalır. İlginçtir ki bu kalan zehir torbasındaki kaslar arıdan ayrılsalar bile zehri pompalamaya bir süre devam ederler. Bu nedenle tırnağın ucu ile bir an evvel iğneyi soktuğu yerden çıkarmakta fayda vardır. 
Arı zehrine alerjisi olan kimselerde arı sokmaları ağır tepkilere hatta ölüme yol açabilir. Buna karşın arı zehri bazı ağrılı hastalıkların özellikle romatizmanın tedavisinde kullanılır.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Barış İşareti Nereden Geliyor?

Bugün barış simgesi olarak kullanılan işaret, aslında nükleer silahlanmayı protesto kampanyaları sırasında doğdu. Gerard Holton tarafından geliştirilen işaret ilk kez 1958 yılında İngiltere'deki bir anti-nükleer yürüyüş sırasında kullanıldı. Holton, simge olarak eski Germen ve İskandinav alfabesinde ölümü belirten ideogramı seçmişti. Bugün, işarete başka anlamlar da yükleniyor: Örneğin, ters dönmüş tüfek, radyasyon nedeniyle ana rahmindeki ölü çocuk ve atom bombasının oluşturduğu mantar görünümündeki bulut gibi...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Amerika Adını Nereden Almıştır?


İtalyan tüccar ve haritacı Amerigo Vespucci'den DEĞİL, Galli ve zengin bir Bristol tüccarı *Richard Ameryk*'ten almıştır. Ameryk, John Cabot'un (1497 ve 1498'de gerçekleştirdiği yolculuklar daha sonra Britanya'nın Kanada üzerindeki hak iddialarına temel oluşturan İtalyan denizci Giovanni Caboto'nun İngiliz'cesi) ikinci transatlantik yolculuğundaki baş sermayedardı. Cabot 1484'te Cenova'dan Londra'ya gitti ve Kral VII. Henry'den batıdaki bilinmeyen toprakları araştırma izni aldı.
Cabot, küçük gemisi Matthew'le Mayıs 1497'de Labrador'a ulaştı ve Amerika toprağına ayak basan ilk Avrupalı oldu: Vespucci'den iki yıl erken davranmıştı.
Cabot, Nova Scotia'dan Newfoundland'a kadar Kuzey Amerika kıyı şeridinin haritasını çıkardı. Richard Ameryk yolculuğun baş sponsoru olarak keşiflere kendi adının verilmesini bekleyecekti. O yıl Bristol yıllığında şöyle bir not vardır: *"... Vaftizci Yahya Günü'nde [24 Haziran] Amerika toprağı, Mathew adlı bir Bristol gemisiyle Bristollü tüccarlar tarafından  bulundu."* Bu not neler olup bittiğini gayet iyi açıklıyor.
Bu yıllığın orijinal el yazması mevcut olmamasına rağmen, günümüze ulaşan diğer belgelerde bu metne bir dizi referans vardır. Bu, yeni kıtadan bahsedilirken "Amerika" tabirinin ilk kullanılışıdır.
Bu adı kullanan ve günümüze ulaşan en eski harita, Martin Waldseemüller'in 1507 tarihli büyük dünya haritasıdır; ama bu harita sadece Güney Amerika'yı gösteriyordu. Waldse-emüller notlarında  Amerika isminin, Amerigo Vespucci'nin adının Latince versiyonundan türetildiğini varsaydı, çünkü Vespucci 1500-1502 arasında Güney Amerika kıyısını keşfedip buranın haritasını çıkarmıştı.
Bu durum, onun emin olmadığını ve diğer haritalarda (muhtemelen Cabot'nunkinde) görmüş olduğu bir ismin kökenini açıklamaya çalıştığını akla getiriyor, "Amerika" adının bilindiği ve kullanıldığı tek yer Bristol'dü -
Fransa'da yaşayan Waldseemüller'nin gitmesi muhtemel olan bir yer değildi. Waldseemüller anlamlı bir biçimde, 1513 tarihli dünya haritasında "Amerika"yı "Terra Incognita [Bilinmeyen Topraklar]" olarak değiştirdi.
Vespucci Kuzey Amerika'ya hiç varamadı 
Yapılan ilk haritalar ve ticaret İngilizler tarafından gerçekleştirildi. Yaptığı keşif sırasında "Amerika" adını da kullanmadı.
Bunun için geçerli bir neden daha var. Yeni ülkelere ya da kıtalara hiçbir zaman bir kişinin adı verilmemiştir; buralara daima bu kişinin soyadı verilmiştir (Tazmanya, Van Diemen Toprakları ya da Cook Adalari'nda olduğu gibi).
Eğer İtalyan kaşif buraya bilinçli olarak kendi adını vermiş olsaydı, Amerika'nın adı "Vespucci Toprağı" (ya da Vespuccia) olacaktı.

15 Mayıs 2012 Salı

Ağustos Böcekleri Neden Hiç Durmadan Öterler?

Bütün yaz, tatile gittiğiniz yerde onları dinlemiş olmalısınız... Günün sıcak saatlerinde hiç durmadan ötüp duran ağustosböceklerini...
Neden sürekli car car öterler? 
Bu sevimli yaratıkların ölmeden önce eşlerini bulup üreyebilmek için yalnızca üç haftaları var... Erişkinlik yaşamları gerçekten kısa ama, toprak altında yıllarca larva halinde kalabiliyorlar.
Ağustosböceğinin yalnızca erkeği ötüyor, dişisi ise dilsiz. 
Bu hayvanların "kulaklar"ı (işitme kapsülleri) karınlarında yer alıyor. Karnın tabanında, erkekte, kas kasılmalarının etkisiyle şekil değiştirmiş kutikula plakları bulunuyor. Bunlar, saniyede 300-900 kez çatırdayarak duyduğumuz sesleri üretiyorlar.
Üç farklı ses çıkartıyor 
Yaygın bir tür olan siyah ağustosböceği, üç farklı ses çıkartıyor, ilkini bir saldırıya uğradığında, ikincisini ise eşi birleşmeye davet ettiğinde... En enerjik olan üçüncüsü ise, erkeğin, bulduğu dişiyi uyarmak için söylediği kur şarkısı...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Yılbaşında Çam Ağacı Süsleme Adeti Nereden Geliyor?

Yılbaşı günlerinde, evin bir köşesinde, minik bir çam ağacı bulundurmak ve onu süslemek adetinin kökeninin Almanya olduğu ileri sürülür. Almanların 'cennet ağacı' adını verdikleri ve Adem ile Havva'nın gizemli hikayesine dayanarak üzerini elmalarla donattıkları ağaç köknardı. 
15. yüzyıldan sonra bu ağaçlara sadece meyve değil ekmek, bisküvi gibi yiyecekler de asılmaya başlanmış, Protestanlığın yayılması ile birlikte bunlara yanan mumlar da eklenmiştir. Adet Avrupa'ya yayılırken aynı zamanda göçmenler tarafından Amerika'ya da taşınmıştır. 
Aslında ağaçların ruhani törenlerde önemli bir sembol olarak yer alması adeti çok eskilere, Hıristiyanlık öncesi zamanlara, hatta putlara ve doğaya tapınıldığı zamanlardaki Mısır ve Çin uygarlıklarına kadar uzanır. O devirlerde doğanın yeşilliği ve ağaçlar sonsuz hayatın sembolleriydiler. 
Benzer şekilde Kuzey Avrupa ülkelerinde de yine Hıristiyanlıktan çok daha önceki zamanlarda ağaçlar ruhani bakımdan kutsal kabul ediliyorlardı. Kuzey Avrupa'da kış aylarında sadece bir kaç saat süren gündüzler 21 Aralık'tan itibaren uzamaya başlarlar. Uzun karanlık günlerin bittiğinin, gittikçe daha aydınlık günlerin geleceğinin müjdesi olan Aralık ayının bu günleri de törenlerle karşılanırdı. 
Bu adet Avrupa'da güneye indikçe değişerek yayıldı. Romalılar zamanında takvimin başlangıcının, dünyanın yaratıldığı ay olduğuna inanılan ve tabiatın canlanmasının müjdecisi olan Mart ayından Ocak ayına kaydırılması ile kutlanacak tarihler konusunda kafalar iyice karıştı. 
Zamanla Kuzey Avrupa ülkelerinin 'karanlığın bitişi' ayin ve kutlamaları, Hıristiyan dünyasınca Hz. İsa'nın doğum günü kabul edilerek -ki bu kesin değildir- Noel kutlamalarına dönüştürüldü. 
Bu arada ağaçlar, özellikle çam ağaçları bu kutlamanın simgesi olmaya devam ettiler. Her ne kadar yılbaşı günlerinde bir çam ağacının süslenmesi tüm dünyada adet olduysa da bu günün dini bakımdan bir özelliği yoktur. Dünyanın Güneş etrafındaki bir turunu tamamladığı coğrafi bir konumdur. 
Uygarlık ve teknolojinin ilerlemesi ile çam ağacı üzerindeki mumların yerlerini yanıp sönen minik renkli ampuller, elma, ekmek ve bisküvinin yerini rengarenk süsler aldı. Günümüz insanı ağaçlara tapmamasına rağmen onların kıymetini daha iyi biliyor. Bir kaç günlük eğlence için çam ağaçlarını kesmiyor, plastik taklitlerini kullanıyor.

13 Mayıs 2012 Pazar

Yıldızların Işıkları Gece Niçin Kırpışıyor?

Geceleri gökyüzünde gördüğümüz yıldızların birçoğu bizim güneşimizden de büyüktürler ama o kadar uzaktadırlar ki, ancak birer nokta olarak gözükürler. Gezegenlerin yıldızlardan farkları, güneş sistemimiz içinde bizimle beraber güneşin etrafında dönüyor olmalarıdır. Bu nedenle çok uzak olan yıldızlar gökyüzünde "sabit" dururken, gezegenler sürekli yer değiştirirler. Bu gezegenler güneşe yakınlık sırası ile Merkür, Venüs, dünyamız, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüto'dur.
Güneş sistemimizde bile mesafeler o kadar büyüktür ki, dünyamıza 8 dakikada gelen güneş ışığı, Neptün'e ancak 4 saatte ulaşır. Zaten güneş sistemimizde bulunmalarına rağmen Neptün ve Plüto teleskop kullanmadan dünyamızdan görülemezler. Güneş Neptün'e o kadar uzaktır ki, bu gezegenden bakıldığında görünümü parlak bir yıldızdan farksızdır. Güneş ışıklarının dünyamıza gelmek için 8 dakikada aldığı bu yolu, saatte bin kilometre hızla giden modern bir jet uçağı ancak 17 yıl civarında gidebilirdi.
Güneş sistemimizin dışındaki mesafeler ise inanılmaz. Örneğin, Andromeda galaksinin ışığı dünyaya 2.2 milyon yılda ulaşmaktadır. Yani biz bu galaksiyi bu kadar yıl evvelki hali ile görüyoruz. Şimdi ne yapıyorlar acaba?
Aysız berrak bir gecede gökyüzünde gözle görülebilen yıldız sayısı 7 bindir. Küçük bir teleskopla 25 milyon yıldız görülebilir. Ama örneğin ABD'deki Mount Palomar gözlem evindeki teleskopla tüm gökyüzü taranabilse 2 milyar yıldız görülebilir. Halbuki sadece Samanyolu galaksisinde 100 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir.
Yıldızların göz kırpıyormuş gibi ışıklarının kırpışmasını sebebi, çok uzaktan geliyor olmaları ve atmosferimizdir. Yeryüzünde nispeten ılınan hava devamlı olarak yükselme meylindedir. Bu durum gece de devam eder. Yıldızların zayıf ışıkları bu yükselen hava dalgası içinde kırılırlar. Bazen gözümüze tam olarak ulaşmazlar, yani kesik kesik gelirler.
Bu evimizdeki sıcak radyatörün veya bir ateşin ya da yazın çok sıcak yolların üzerindeki yükselen havanın arkasındaki şekillerin görüntüsünü dalgalandırmasına benzer. Gerçi görülebilir gezegenlerden gelen ışılar da yükselen hava dalgaları ile kırılır ama onların ışıkları daha güçlü olduklarından gözümüze ulaşmada kesinti olmaz ve göz kırpmazlar.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Boş Odada Ses Neden Hızlı Yayılır?

Sesin Yansıması :
Seste ışık gibi yansıma özelliğine sahiptir. Ses kaynağından çıkan ses dalgalarının bir yüzeye çarpıp geldiği ortama geri dönmesine sesin yansıması denir. Sesin yansıması için kullanılan yüzeyin ışıkta olduğu gibi düzgün ve pürüzsüz olması gerekir. Fakat yansımanın olabilmesi için yüzeyin parlak olmasına gerek yoktur.
Sesin yansıması olayında, ışığın yansıması olayında olduğu gibi yansıma kanunları geçerlidir. Yani yansıtıcı yüzeye gelen ses dalgası, yüzeyin normali ile eşit açı yapacak şekilde yansır. Yansıma olayında daima gelme açısı yansıma açısına eşittir.
Yansıma olayında ses kaynağından çıkan ses dalgalarının çarptığı yüzeyin düzgün veya pürüzlü olması, yüzeyden yansıyan ses dalgasının miktarını değiştirmez. Yüzey düzgün ve pürüzsüz ise yansıma düzgün olacağı için ses dalgaları aynı doğrultuya gönderilir ve o doğrultuda ses şiddeti artar ve ses daha net duyulur. Yüzey pürüzlü ise yansıma dağınık olacağı için ses dalgaları farklı doğrultulara gönderilir ve (bir doğrultudaki örneğin kulak doğrultusundaki) ses şiddeti azalır.
(Yansıtıcı yüzey olarak düzgün ve pürüzsüz yüzey kullanıldığında sesin daha net duyulmasının nedeni, sesin o yüzeyde düzgün yansımaya uğramasıdır).


  • Sınıfta iken koridordaki ses dalgaları havada ilerlerken koridorun duvarlarına çarpar. Bu ses dalgalarının bir kısmı duvara girer ve onun içinde yol alır. Duvarda ilerleyen ses, duvardan çıkar ve tekrar sınıftaki havada ilerleyerek kulağa gelir. Duvar sesin bir kısmını soğurduğu için sesin şiddeti sınıf içerisinde azalır.
  • Boş odada çıkarılan ses şiddetlenmiş olarak duyulur. Şiddetli duyulan sesler, odaya eşya yerleştirildiğinde aynı şiddetle duyulmaz. Çünkü boş odada ses dalgalarının bir kısmı odanın duvarlarına çarpar ve tekrar odanın içindeki havada yansır. Bu yansıma tıpkı bir lastik topun duvara çarpıp geri dönmesi gibidir.

Uçan Balonlar Ne Kadar Yükseğe Çıkabilir?

Bazen çocuğa alınan bir uçan balon elinden kaçabilir. Hep beraber havada yükselen balona bakakalınır. Bu balon havada ne kadar yükselecektir acaba? 
Uçan balonların doldurma uçları ne kadar iyi bağlanmış olursa olsun, çok az da olsa hava daha doğrusu helyum kaçırırlar. Havadan çok daha hafif helyum gazı ile şişirilen bu balonların ağızlarından kaçırdıklarını eve getirdiğimiz ve tavana yapışıkmış gibi havada duran balonun sabah olunca porsuyup yere inmiş olduğunu görünce anlarız. 
Balonun ağzının ideal bir biçimde bağlanmış olduğunu kabul etsek bile havada yükselebileceği mesafe yine de sınırlıdır. Yükseldikçe hava basıncı azaldığından ve balonun iç basıncı dışındakinden daha yüksek kaldığından balon yükseldikçe şişmeye başlar. Sonunda balonun yapıldığı malzemeye, hacmine ve malzemenin kalınlığına bağlı olarak belirli bir yükseklikte patlar. 
Küçük uçan balonlar en çok 10 bin metreye, sepetinde insan taşıyan büyük balonlar 30 bin metreye, bilim insanları tarafından içinde ölçüm aletleriyle birlikte yollanan araştırma balonları da 40 bin metreye kadar yükselebilirler. 
Balonların belirli yükseklikte dış basıncın azlığına dayanamayıp patlamalarından bazı bilimsel gözlemlerde de faydalanılır. Hava tahmin balonlarına bağlı hava sıcaklığını, basıncını ve nem oranını ölçen aletler vardır. Bu balonlar yaklaşık 30 bin metre yükseklikte patlayacak şekilde yapılmışlardır. Aletler açılan bir paraşütle yere yumuşak iniş yaparlar. Hem üzerlerindeki değerler kaydedilir hem de oldukça pahalı olan bu ölçüm aletlerinin tekrar kullanılabilmeleri sağlanır. 
Bu ölçüm aletleri bir tarlanın ortasına, bir ağacın tepesine veya bir vadi yatağına da düşebilirler. Onları bulanların ilgili makamlara götürmeleri artık aletlerin ne olduklarını anlamalarına veya insaflarına kalmıştır.

11 Mayıs 2012 Cuma

Taşıt Tutması Nasıl Oluyor?

Ne kadar hızla ve ne kadar uzak mesafeye gitmelerine bağlı olmadan, insanlar hareket halindeki vasıtaların içinde mide bulandırıcı bir rahatsızlık hissederler. 
Dış kulağımızın görevi işitmeyi sağlamaktır ama iç kulağımız dengemizden sorumludur. Hareket halinde olduğumuzda, iç kulağımızın içindeki sıvı çalkalanır ve sinir sistemimiz vasıtası ile beynimize sinyal gider. Eğer arabanın içinde bir şey okuyorsanız veya arabanın içinde bir şeye bakıyorsanız, gözlerden beyne hareket halinde olmadığınız sinyali gider ama iç kulaklarınızdan giden sinyal farklıdır. O, vücudunuzdaki sarsıntıdan dolayı hareket halinde olduğunuzu bildirir. Bu iki sinyal arasındaki fark, halk arasında "araba tutması" diye adlandırılan, mide bulandırıcı etkiyi yaratır. 
Aslında dalgalı denizde seyreden bir gemideki insanı deniz tutması ne ise hareket halindeki bir arabanın içindeki insanı taşıt tutması da aynı şeydir. Denizdeki hareket tam anlamı ile üç boyutlu olduğundan etkisi daha fazladır. Baş ağrısı, baş dönmesi, nabızdaki artış ve mide bölgesindeki baskı hissi ile kusma ihtiyacı en belirgin özelliklerdir. Bunlara ilaveten deniz tutmasında, bulantıdan önce stres hormanları da salgılanmaya başladıklarından rahatsızlık ve panik hissi iyice kuvvetlenmektedir. 
Arabada iken gözlerinizle, bir uzağa, bir yakına bakarsanız, bu taşıt tutma probleminize yardımcı olabilir. Bu nedenlerdir ki, arabayı kullananlarda taşıt tutması olayı görülmez. Çünkü araba, kullananın kontrolü altındadır. Sürücü arabanın ne zaman duracağını veya hızlanacağını, ne yöne dönüleceğini bilmektedir. Taşıt tutması gençlerde daha çok görülür, çünkü yaşlandıkça ve çok seyahat ettikçe, iç kulağın hareketlere karşı hassasiyeti azalır. 
Bir görüşe göre, taşıt tutmasındaki denge bozukluğu, bulanık görme gibi belirtilerde beyine gönderilen sinyaller, zehirlenince beyine yollanan sinyallerle aynı. Bu nedenle de beyin mideye kusma ve içindeki zehri boşaltma emrini veriyor. 
Taşıt tutmasına karşı önerilerimiz şöyle: Kitap okumayın, zihniniz başka şeylerle meşgul olsun. Olay aslında beyinde oluştuğundan, onu başka bir şeyle meşgul edin. Zihinsel veya kelime oyunları oynayın. Mide bozucu şeyler yemeyin, çok gerekirse bunun için üretilmiş ilaçları, kulak arkasına yapıştırılan bantları kullanın. 
Çinli doktorlar yüzyıllardır taşıt tutmasına karşı akapuntur tedavisi uyguyorlar. Bu uygulamadan siyah ve beyaz insanların yüzde 50-60'ı etkilendiği halde Asyalıların hemen hepsi etkileniyor. Bu farkın da sinir sistemindeki bir genetik temele dayandığı sanılıyor.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Niçin Tespih Çekiyoruz?

Boncuk, kemik, taş gibi küçük parçaların bir ipe dizilmesi insanlık tarihi kadar eskidir. İlk insanlar avladıkları avın parçalarını ip benzeri şeylere dizer, bir sonraki avda başarı getirmesi için üzerlerine takarlardı. Daha sonraları bu ip takılar kötülüklerden ve düşmanlardan koruması için savaşlarda da takılmaya başlandı. Bugün bile bazı taşların özel uğurlar getirdiklerine inananlar vardır. 
Boncukların dini amaçla ve duaları saymada kullanılmasına ilk olarak Hindistan'da, Hindu inanışında rastlanıyor. Tespihin ataları Hindistan'dan doğuya, sonra Ortadoğu'ya, en sonunda da Avrupa'ya yayılıyor. Tespihin kullanış amacı Müslümanlık, Hristiyanlık (Katolik), Hinduizm ve Budizm'de aynı olup hepsinde de duaları ve dualar arası bölümleri saymada kullanılır. 
Tespihin İslam dünyasında ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak belli değildir. Hz. Muhammed'in tespih taşıdığına dair bir kayıt yoktur. Hatta belki Osman Gazi, belki de Fatih Sultan Mehmet de tespih kullanmadılar. Arşivlerde tespih ile ilgili bilgilere ancak 16. yüzyılın sonlarına doğru rastlanmaktadır. 
Ne var ki, Hz. Muhammed zamanında namaz ve dua sırasında hurma çekirdeği veya çakıl taşı kullanıldığı bazı hadislerden anlaşılmaktadır. İslam'da Peygamber'in namaz kılarken sünneti olan 'Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahüekber' kelimelerini 33'er defa tekrarlamanın hangi tarihte başlayıp, yayıldığı da bilinmiyor. 
Yüce Yaratıcı'ya 99 ayrı isim veren İslami anlayış, onu anarken her isim için bir işaret olmak üzere ipe dizdiği bu 99 taneli şeye de 'tespih' adını vermiştir. Çeşitli malzemelerden yapılan tespihteki tane sayısı 33, 99, 500 veya 1000 olabilir. 
500 veya 1000'lik tespihler daha ziyade tekkeler ve dergahlarda zikr için kullanılırlardı. Tekke şeyhleri, hastaları veya bir muradı olanları, iyileşmeleri veya muratlarının olması için bu tespihlerin içinden geçirirlerdi. 
Tespih çekmek, tespih tanelerini birer birer işaret parmağı ile baş parmak arasından geçirmektir. Ancak günümüzde tespihi bir oyuncak veya el alışkanlığı olarak kullananlara, sallayarak veya çeşitli figürler meydana getirerek dolaşanlara, hatta tuttukları futbol takımının renklerine göre yapılmış tespihleri çekenlere sıkça rastlanmaktadır. 
Aslında tespih çekmek din adamlarına özgü bir davranışmış gibi algılanır ama halk arasında da neredeyse bir alışkanlık haline gelmiştir. Tespih çekmenin daha çok kırsal kesimlerde yaygın olmasının nedeninin tespihin boş elleri meşgul edebilmeözelliği olduğu ileri sürülüyor. Sıcak ayları tarımsal çalışma ile geçiren, sürekli ellerini kullanmaya alışmış kişilerin kış aylarında bu boşluğu tespihle doldurduklarına inanılıyor. 
Günümüz biliminin tespih çekme alışkanlığına bakış açısı biraz değişik. Bilim insaları, beynimizin, çalışma yaşamının güçlükleriyle, sorunlar, endişeler ve korkularla sürekli basklı altında tutulduğunu, bunun sonucunda sinir hücrelerinin aşırı yorulup yıprandığını ve beynimizn rahatlamak, onu özgür bırakmak, dikkatimizi başka tarafa yöneltmek için tespih çekmenin çok etkili ve faydalı olduğunu söylüyorlar.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Neden Yaşlı Adamlar Saçlarını Kaybederken Burun Kılları Çoğalmaya Devam Eder?


Erkeklerin kelleşmesinin sebebi DHT ya da dihydro testesteron hormonudur. Bunun vücuda çok fazla etkisi vardır ve bunlardan birinin de burun deliklerindeki kılların kaybedilmesini engellemek olduğu düşünülüyor...

8 Mayıs 2012 Salı

Sivrisinek Isırınca Neden Kaşınırız?


Sivrisinek ısırdığı zaman, antikoagülan (kan pıhtılaşmasını engelleyen) enzimleri içeren tükürük enjekte ediyor. Isırıldığınız ilk sefer, bir şey olmuyor, ancak bağışıklık sisteminiz sonra bu yabancı proteinlere engel olmak için antikorlar yapmaya başlıyor. Bir süre için, bu bağışıklık reaksiyonu kaşıntıya ve şişmiş kabarcığa neden oluyor.

Tiklerin (burun çekme, göz kırpma..vb) Psikolojik Boyutu Nedir?



Tikler, dürtü kontrol bozukluğu ve saldırgan davranışlarla şekillendiriliyor. Çevresel koşullar tiklerin oluşumunda oldukça büyük roller üstleniyorlar, yoğun olarak strese maruz kalmak
tetikleyici bir faktör olabiliyor. Başlama yaşı genellikle ufak yaşları kapsıyor, hatta 5 yaşına kadar düşebiliyor. Özellikle de çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite ile beraber görülebiliyor.

Televizyon Sağlığınızı Nasıl Kötü Etkiler?

Televizyonu çok yakından seyrettiğinizde değil. 1960'ların sonuna kadar katot ışın tüplerinin kullanıldığı televizyon cihazları çok düşük seviyelerde ultraviyole radyasyon yayardı ve televizyon seyredenlere 2 metreden daha yakından televizyon seyretmemeleri tavsiye edilirdi.
Çocuklar en çok risk altında olanlardı. Çocukların gözleri mesafede meydana gelen değişikliklere çok kolay uyum sağladığından, çocuklar yetişkinlere göre televizyonu çok daha yakından seyredebiliyorlardı.
Yaklaşık 40 yıl önce, Sağlık ve Güvenlik İçin Radyasyon Kontrolü Sözleşmesi, üreticilerin katot ışını tüpleri için kurşunlanmış cam kullanmalarını zorunlu hale getirerek televizyonları tamamen güvenli hale getirdi.
Televizyonun asıl zararı, yarattığı tembel hayat tarzından kaynaklanmaktadır 
Son yıllarda yapılan araştırmalarla, çocuklardaki obezite oranının arttığı, bunun da televizyon seyretmekle doğrudan ilgili olduğu ortaya kondu. Araştırmalara göre çocukların televizyon başında geçirdiği süre, spor yaparak ya da açık hava etkinliklerinde geçirdikleri süreden çok daha fazlaydı.
2004'te Pediatrics dergisinde yayınlanan bir araştırma, günde 2-3 saat televizyon seyreden çocuklarda Dikkat Toplama Bozukluğu (ADD) görülme ihtimalinin diğerler çocuklara göre yüzde 30 daha fazla olduğu sonucuna vardı.
2005'te Nielsen araştırma şirketi ortalama bir Amerikan ailesinin günde 8 saat televizyon başında olduğunu ortaya koydu. Bu on yıl öncesine kıyasla yüzde 12,5'lik bir artıştır ve 1950'lerde ilk kez yapılan televizyon izleme istatistiklerinden beri görülmüş en yüksek orandır.
Amerikan Pediatri Akademisi 70 yaşına gelmiş bir Amerikalının televizyon izleyerek ortalama 8 tam yıl harcamış olacağını hesapladı.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Banyodaki Havlular Niçin Çabucak Kokuyor?


Banyodaki havlular yıkanıldıktan sonra, yani vücudumuz tertemiz iken kullanılır ve sadece vücudumuza değerler. Buna rağmen birkaç gün içinde bu havlular kokmaya başlarlar. Bunun sebebi vücudumuz değil vücudumuzdaki ölü deri hücreleridir. İstediğimiz kadar bol su ve sabunla yıkanalım, su ile birlikte kirlerin ve bakterilerin gittiğini zannedelim, yine de vücudumuz üstünde ölü deri hücreleri kalır ve kurulanırken bunlar havluya geçer.
Bundan sonraki sorun havalandırmadır. Zaten havası devamlı nemli olan banyolar küflenme için ideal ortamlardır. Bu nedenle banyoları yıkanma sırasında değil de az sonra açıp havalandırmak gerekmektedir. Aksi takdirde havluya sinmiş deri hücreleri süratle kokuşmaya başlarlar.
Ellerimizi yıkadığımızda sabunun görevi derimiz üzerindeki bakierileri gevşetmektir. Ellerimizi bir havlu ile kuruladığımızda bu gevşemiş bakteriler de havluya geçer. Dolayısıyla ellerimizi sabunla yıkadıktan sonra kurulamadan ıslak bırakmanın temizlik bakımından pek faydası yoktur.
Daha ziyade halka açık yerlerde ve işyerlerinde tuvaletlerde kullanılan elektrikli el kurutucuları elleri kuruturlar ama bakteriler yine deride kalırlar. Bu nedenle temizlik açısından havlular, tabii ki temiz olmak şartıyla, sıcak hava üfleyen elektrikli kurutuculardan daha etkindirler.
Havluların diğer kumaşlardan farkını yaratan, suyu kolayca emme özelliğini veren, kullanılan ipliğin cinsi ve daha önemlisi havlu kumaşının dokunuş biçimidir. Havlu kumaş, kumaşın iki yüzünde halka gibi kıvrılmış iplikler bırakan, ana çözgüden ayrı bir çözgüyle dokunur. Havlu kumaş yapımında daha çok pamuk ipliği kullanılır ve özel bir işlemden (apre) geçirilerek su emme gücü arttırılır.
Türkiye'de havluculuk 18. yüzyılın başından itibaren Bursa'da gelişmiştir. Bunun nedeni Bursa'da kadife dokumacılığının dünya çapında gelişmiş olmasıdır. Havluculuk, kadife dokumacılığınm bir yan ürünü olarak doğmuştur. Havlu ismi de Hav'lı kumaş anlamında Arapça'dan gelmektedir. 'Hav' Arapça'da kadife, çuha gibi kumaşların yüzeylerindeki ince tüylere verilen addır. Hav'sız olarak yapılan ve peşkir de denilen keten havlular ise ayrı bir imalat konusudur.